banner392

İstanbul da gezilebilecek tarihi yerler

İstanbul deyince aklımıza Ayasofya, Sultan Ahmet ve Dikilitaş, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı, Gülhane parkı gibi önemli tarihi yerler gelmekte işte İstanbul tarihinden üç örnek: Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Dikilitaş..

İstanbul da gezilebilecek tarihi yerler
İstanbul'da bugünkü Sultanahmet semtinde bulunmaktadır.
Sultan Birinci Ahmed tarafından yaptırılan Sultan Ahmet Camisi; medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkanlar, hamamları ile bir bütün oluşturmaktadır.
Sultan Birinci Ahmed 18 Nisan 1590 günü Manisa'da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Mehmed, annesi Handan Sultan'dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsça'yı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik alanlarında çok usta olan Sultan Birinci Ahmed, ava ve cirit oyununa çok düşkündü.
Klasik Türk Sanatının bir örneği olan Sultan Ahmet Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir. İstanbul şehrinin en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada caminin silueti yer alır. Şöhreti “Mavi Camii” olarak bilinen eserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camiidir.

Sultan Ahmet Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı. Sultan Ahmet Camiinin esas girişi Roma devrinden kalan Hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekân yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden yükselen kubbeler görülür.
 
Hipodrom eski devirlerde at ve atlı araba yarışlarının yapıldığı ve seyredildiği yer.
U biçimli yapının oturma yerleri, iki kenarı boyunca basamaklar halinde yükselen sıralardan meydana gelirdi. Hipodromun ortasında uzanan bir duvar yarış pistini ikiye böler, yarışmacılar bu duvarın çevresinde dolanırdı. Aynı anda 10 arabanın yarışabildiği büyük hipodromlarda yarış pistinin genişliği 100, uzunluğu 200 metreyi geçerdi. İç mekan büyük bir bütündür; ana ve yan kubbeler geniş sivri kemerlerin dayandığı 4 iri sütun üzerinde yükselir.

Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20.000’i aşan şahane İznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Boya süslemelere hakim olan renk mavi değildi. Camiye isim olan mavi renk sonraki tamirlerde boyanmasından sonra ortaya çıktı.
 
1990 yılında tamamlanan son tamirde iç dekorun koyu rengi orijinal açık renklerine döndürülmüştür. Her camide olduğu gibi, yerler halılarla kaplıdır. Ana giriş karşısında yer alan mihrap yanında, şahane oyma işçiliği olan mermer minber yer alır. Diğer tarafta ise Sultanların locası balkon şeklinde görülür. 260 pencerenin aydınlattığı iç mekânı örten kubbe 23,5 m. çapında ve 43 metre yüksekliğindedir. Yakın yıllarda tamir edilerek yeniden inşa edilen camii çarşısı, eserin doğusunda yer alır. Sultan Ahmet’in tek kubbeli türbesi ve medrese binası kuzeyde, Ayasofya tarafındadır. Yaz aylarında buradaki parkta geceleri ses ve ışık gösterileri yapılır. Sultan Ahmet Camii, civardaki birçok eski abidevi yapı ve müzelerle birlikte şehir turlarının merkezinde yer alır.
 
AYASOFYA
Ayasofya; sanat ve mimarlık tarihi bakımından dünyanın en önde gelen anıtlarından biri olup, dünyanın 8. Harikası olarak gösterilmektedir. Bu yapı 6.yy’da Doğu Romalı Philon tarafından da dünyanın 8.inci harikası olarak nitelendirilmiştir.
Bugünkü Ayasofya aynı yerde fakat önceliklerden farklı bir mimari anlayışla yapılmış olan üçüncü yapıdır. Bu yapı, İmparator Justinianons tarafından (527-565) dönemin iki önemli Mimarı olan Tralles’li (Aydın) Anthemion ile Miletos’lu (Balat) İsidoros’a yaptırılmıştır. Yapım çalışmaları sırasında iki baş mimar ile birlikte 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi çalıştığı kaynaklarda geçmektedir. Yapımına 23 Şubat 532’de başlanmış, 5 yıl 10 ay gibi kısa bir sürede tamamlanarak büyük bir terenle 27 Aralık 537’de ibadete açılmıştır.
916 yıl kilise olan yapı, 1453 Yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un Fethiyle camiye çevrilerek, 482 yıl cami olarak kullanılmıştır. Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu’nun Kararı ile ise 1935 yılında Ayasofya müze olarak kapılarını ziyarete açmıştır.
İstanbul’u afetlerden koruduğuna inanılan Dikilitaş
Sultanahmet Meydanı’nda, ‘Hipodrom’da bulunan Obelisk (dikilitaş) Mısır’ın 18 Sülâle hükümdarlarından III Thutmosis’in (MÖ 1502-1448) Asya’da kazandığı zaferlerin anısına 1450’de diktirdiği taştır
Yıllarca Mısır’da kalan taş Firavunların tarihten silinmesinden sonra, burada kurulan yarı Hellen yarı Mısır bir devlete, sonra da Romalıların eline gemiştir Bu dönemde, Romalılar, şehirlerini süslemek için Mısır’da bulunan anıtları kullanıyorlardı I Constantius da, yeniden kurduğu Constantinopolis’de Hipodromu süslemek için çeşitli anıtları buraya taşıttırıyordu Oğlu II Constantinus (337-361), taşı İstanbul’a götürülmek üzere İskenderiye’ye taşıtmak istemiş, ancak bunu başaramamıştır ve taş kıyıda bırakılmıştır Daha sonra, İmparator Julianus’un (361-363) emriyle İskenderiyeliler taş için özel bir gemi yapmışlar Taşın İskenderiye’den ne zaman ve kim tarafından İstanbul’a getirildiği ve nasıl taşındığı bilinmiyor Hipodrom’u süslemek üzere getirilen taş, kaidesinde bulunan yazıtlara göre bir süre yerde yatmış ve I Theodossius zamanında 390 yılında, Hipodrom ortasındaki "Spina" denen duvarın üzerine, bugünkü bulunduğu yere yerleştirilmiştir 19,59 m yüksekliğindeki taşın, bugün bulunduğu Sultanahmet Meydanı’na getirilmesi için Marmara Sahilinden meydana kadar demir bir yol yapılmıştır.
 
Bugün tam olmayan taşın 6 metrelik parçası eksik. Eksik parçanın nedeni bilinmiyor Başlangıçta şehrin başka bir yerine dikildiği ve bir depremde düşüp kırıldıktan sonra üst parçanın da şimdiki yerine dikildiği düşünülüyor Ya da, taşınırken kırılmış olabilir İstanbul’daki dikilitaşın ve eşinin Karnak’da Amun-Ra mabedinin sütunları üzerinde resimleri işlenmiş Bu resimlerden de taşın eksik olduğu anlaşılıyor Dikilitaş dört yüzünde kabartmalar bulunan 6 m yüksekliğinde mermer bir kaidenin üstünde yer alan dört tane tunç takoza oturmaktadır Kaidenin üzerindeki kabartmalarda imparator I Theodossius’un savaşları ve Hipodrum’daki yaşantısı işlenmiştir Dikilitaş’ın tepesinde bulunan ve Dünya’yı simgeleyen tunç küre 865 yılındaki bir depremde düşmüş ve bir daha da yerine konulmamıştır

Dört yüzde de devamlı olarak Mısır Tanrılarından Amun-Ra ve Horus anılmakta ve Thutmosis’in yüceliğinden söz edilmektedir Dikilitaş, Bizans dönemi boyunca uzun yıllar Hipodrom’da meydana gelen çeşitli politik olaylara, araba yarışlarına, ayaklanma ve cinayetlere seyirci olmuştur 17 yüzyılda Evliya Çelebi Seyahatnamesinde taştan, İstanbul’u afetlerden koruyan bir tılsım olarak söz etmiştir Türklerin dönemi boyunca, taş yabancıların ilgisini çekmiş, resimler ve gravürlere konu olmuştur Osmanlı döneminde de Hipodrom’da taş çevresinde birçok olay olmuş ve toprak yükselerek kaidenin alt kısmı gömülmüştür 1857’de, CT Newton kaidenin etrafında kazı yaparak yeniden açmıştır O tarihten beri Dikilitaş yuvarlak ve demir parmaklıklarla çevrili bir çukurda durmaktadır 20 yüzyılın ilk yarısında taşın yosunlanmış cephesi temizlenmiş ve yenilenmiştir.
 
Pamukovahaber.com
Güncelleme Tarihi: 26 Eylül 2012, 10:28

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

SIRADAKİ HABER