banner392

CHP’den ürkütücü ekonomi uyarıları: Ateş bacayı sardı

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, ateş bacayı sardığı, ekonomideki krizin giderek büyüdüğü uyarısında bulundu. AKP’nin yanlışları nedeniyle toplumun ağır bir fatura ödeyeceğini söyledi.

CHP’den ürkütücü ekonomi uyarıları: Ateş bacayı sardı

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, ateşin bacayı sardığı, ekonomideki krizin giderek büyüdüğü uyarısında bulundu. Bir taraftan "Yeni bir Suriye kurmak" ve bir taraftan Suriye'de savaşa koşar adım girmek için uğraşan AKP Hükümeti’nin yanlış yapmayı sürdürmesi halinde toplumun bütün kesimlerinin ağır bir fatura ödeyeceğini söyledi.

Oran’ın konuya ilişkin incelemesi şöyle:

İktidarı döneminde Türkiye ekonomisini “sıcak para”ya rehin hale getiren AKP, küresel sermayenin patronlarının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden bu fonları çekme kararı üzerine ekonomide başlayan ve tüm kesimleri şimdiden etkilemeye başlayan kötüye gidiş karşısında adeta kayıtsız… 

Küresel para otoritelerinin “parasal sıkılaştırma” kararı şimdiden Türkiye ekonomisinde bir türbülans başlattı. Kriz koşulları dalga dalga yayılarak tüm kesimleri etkisi altına alıyor. AKP, buna karşı seferber olup önlemler alma yerine, Suriye yönetimini devirme uğruna, tüm bölgeyi ateşe atacak bir savaşın çığırtkanlığını yapmaya devam ediyor. Bölgemizde yaşanacak ve bizim de dahil olduğumuz bir sıcak savaş, ülkeden sermaye kaçışını büyük boyutlara ulaştırır, bu da eşi görülmemiş bir ekonomik krizi tetikler.

İktidarında ülkeyi sıcak paranın sömürüsü ve talanına açan AKP, Borsa, DİBS gibi araçlara park ederek parayla para kazanan bu fonlar sayesinde ekonomide yalancı bahar ve sanal kalkınma dönemleri yaşattı. Borsa’ya ve Türk borçlanma kağıtlarına olan yatırımcı ilgisinde, Türkiye ekonomisine duyulan güven değil, yabancı fonlara sağlanan tatlı kar rol oynadı. İstanbul’a tezgâhı kurup Borsa’da vurgun vuran, DİBS’lerden elde ettiği faizi düşük kurdan tekrar dövize çevirip getirisini katlayan yabancılar ülke ekonomisinin kanını emdi. 

Özellikle son beş yılda; krizdeki gelişmiş ülke merkez bankalarının finansal kriz süreci ve sonrasında uygulamaya koydukları parasal genişleme politikaları, küresel ölçekte bir likidite balonu yarattı. Bunun sonucunda gelişmekte olan ülkelere yönelen sıcak para akımları canlandı ve oynak hale geldi. Bu durum ise gelişmekte olan ülkelere sıcak para saldırısı yaşattı. Bunların başında ise Türkiye geldi. Türkiye’ye yoğun sıcak para girişleri kurları düşürdü, ithalatı ucuzlattı. Düşük kur sayesinde ucuzlayan ithalat ve düşük maliyetle dış borçlanma sayesinde halka ödünç bir refah dönemi yaşatıldı, ancak cari açık hızla büyüdü. 

ARTIK DENİZ BİTTİ…

Ancak “el parası” ile elde edilen bu büyüme, sürdürülemezdi ve nihayet deniz bitti. Türkiye’ye net dış kaynak girişi durdu, hatta eksiye geçti. Mayıs ve Haziran aylarında cari açık, Merkez Bankası rezervleriyle finanse edilebildi. 

Çünkü küresel sermayenin sahipleri, ekonomilerinde yeterince iyileşme sağlandığı düşüncesiyle öncekinin tersine parasal“sıkılaştırmaya” gitme ve Türkiye gibi ülkelerden sıcak parayı geri çekmeye hazırlanıyor. Gelişmekte olan ülkeleri tehdit eden bu süreçte, en kırılgan ülke ise Türkiye… 

FED Açık Piyasa Komitesi’nin Temmuz ayı toplantı tutanaklarının önceki hafta açıklanması, sermaye çıkışıyla birlikte Türkiye ekonomisinde türbülansı artırdı.  Türkiye’nin ülke riskini gösteren CDS değeri Ağustos sonunda 242’ye kadar yükseldi; Borsa 60 binli düzeylere inerken, daha yakın zamanda yüzde 6.5’lerde bulunan gösterge tahvil faizi yüzde 10’u aştı. Parasal sıkılaştırma beklentisinin somutlaştığı 24 Mayıs’tan önceki haftaya kadar olan dönemde 1.85 TL’den 1.93 TL dolayına yükselen dolar kuru, Fed tutanaklarının açıklanmasının ardından 2 TL’yi de aştı, 2.07 TL’yi gördü ve geçen haftayı 2.03 TL’den kapadı. Dolar için bundan sonraki yeni denge seviyesinin neresi olacağı merak ediliyor. Ancak dolardaki yükseliş şu an için duracak gibi gözükmüyor.

MERKEZ BANKASI’NIN GÜCÜ BİR ATIMLIK BARUT…

Artık gözler bundan sonra yeni seviyesini arayan dolara baskı yapacak gelişmelerde... Özerk Merkez Bankası’nın Başkanı değil de sanki hükümetin bir üyesi gibi davranan Başkan Başçı, yaşanan türbülans üzerine, Banka’nın net rezervinin 40 milyar dolar olduğunu açıkladı ve bunun TL’nin değerini “aslanlar gibi” korumaya yeteceğini, dolar kurunun yılsonunda 1.92’ye ineceğini iddia etti. Bu açıklamadan sonra dolar 2.07 düzeyini de gördü. 

Beklendiği gibi sonbaharda Türkiye’den sermaye çıkışı güçlü bir eğilime dönüşüp ivme kazanırsa, tüm makroekonomik dengeleri alt üst edecek bu gelişmeye karşı Merkez Bankası’nın müdahale gücünün son derece sınırlı olduğu açık…

Oysa gelecek bir yılda 165 milyar dolarlık dış borç geri ödemesi bulunan Türkiye’nin, faiz ve cari açıkla birlikte 250 milyar dolara yakın bir dış kaynağa ihtiyacı bulunuyor. Sermaye hareketlerinin aleyhe dönmesi, kurların yukarı doğru tırmanışı ufuktaki ciddi darboğaza işaret ediyor.

HESAPLAR ŞAŞTI…

Orta Vadeli Plan’da (OVP) bu yılın tümünde ortalama dolar kuru 1.83 TL olarak öngörülmüştü. Cari dolar kuru Ağustos sonu itibariyle 2.03 TL oldu ve yılbaşından bu tarihe kadar olan dönemin ortalamasında da kur 1.84 TL olarak gerçekleşti. İyimser senaryoda yılın kalan döneminde dolar kuru yeniden yatay seyre geçse ve şu anki düzeyinde kalsa bile yıllık ortalamada 1.90 TL’nin epey üzerinde gerçekleşecek. Bu da yıllık kur hedefinde ciddi bir sapma anlamına geliyor.  

Dolar kurunun 2 TL’yi aşması şimdiden birçok kesimi olumsuz etkiledi ve yükselmeye devam etmesi durumunda olumsuzluk giderek daha da büyüyecek.

Devaluasyon  son 3 ayda yüzde 15-20’yi, enflasyon ise çift haneye ulaşırken, faizler ise son 3 ayda yüzde 100 arttı.

KİMLER NASIL ETKİLENECEK?

DÖVİZ BORÇLULARI: Kurdaki yükseliş eğilimi, ilk planda dış borcu olan kesimler için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Türkiye’nin 350 milyar dolar dolayında dış borç stoku bulunuyor. Bunun da 90.7 milyar doları kamunun, 54.4 milyar bankalar ve 84.2 milyarı reel sektör firmaları olmak üzere toplam 138.6 milyar doları özel sektörün; 5.7 milyar doları da Merkez Bankası’nın borcu... 

Ancak bu süreçte dış borçların asıl kısa vadeli olanlarının miktarı önem taşıyor. Türkiye’nin, orijinal vadesine bakılmaksızın gelecek 12 ay içinde yapması gereken dış borç geri ödemesi 165.2 milyar dolar. Bunun da 84.6 milyarını bankalar ve diğer finansal kuruluşları, 57 milyarını da finans dışı reel sektör firmaları olmak üzere toplam 141.6 milyar dolarını özel sektör gerçekleştirecek. Buna göre özel sektör ciddi bir kur riski yüklenmiş durumda. Dengelerin kısa sürede yeniden tesis edilememesi halinde özel sektörde hasarın büyümesi, mali yapısı bozulan şirket sayısının hızla artması kaçınılmaz. Bu da zincirleme tüm ekonomiye yayılacak bir olumsuzluklar zinciri anlamına geliyor. 

Kurdaki hızlı yükseliş, orijinal döviz cinsinden dış borç sabit kalsa, hatta azalsa bile bunun TL karşılığını büyütüyor. Dolar kurunun 1.94 TL’den 2.03 TL’ye çıkması, Türkiye’nin toplam dış borcunun TL karşılığını iki haftada 31.5 milyar TL; gelecek bir yıldaki dış borç ödemesinin TL karşılığını ise 16.5 milyar lira büyüttü. Dolar kurundaki her 1 Kuruşluk artış, toplam dış borcu 3.5 milyar TL, gelecek bir yıldaki borç servisini 1.7 milyar TL büyütüyor.

SANAYİCİ-YATIRIMCI: Bu yıl üretim ve yatırım planlarını OVP’de yılın tümü için öngörülen ortalama 1.83 TL’lik dolar kuru üstünden yapan sanayici ve yatırımcı için yaşanan bu devalüasyon, maliyetlerde hesapta olmayan bir artış anlamına geliyor. Bu gelişme, sanayici-yatırımcı kesimde yeni sermaye ihtiyacı doğuracak. Bu ihtiyaç da yükselen faizlerden temin edileceği için ayrıca ek maliyetler çıkaracak. 

Kurda anormal artış, sanayinin üretim kapasitesini geriletici, yatırımları yavaşlatıcı etki yapacak. Bu durumda reel sektör firmalarının mali yapısının bozulmasına ve istihdamın daralmasına-işten çıkarmalara yol açar. Bu süreç işsizler-iş bekleyenler açısından da olumsuz bir gelişmeyi ifade ediyor. Ekonomide genel kötüye gidişte; izleyen dönemde işsizlikteki artışa en fazla etkiyi, sanayide yaşanacak olumsuzluklar yapacak. Genel işsizlik oranı çift haneli düzeylere yükselecek. 

ENERJİ: Kurdaki artış, 2013’te 253 milyar dolar olarak öngörülen ithalatın TL karşılığını aynı paralelde büyütecek. Türkiye’nin neredeyse tamamen dışa bağımlı olduğu ve geçen yıl 60 milyar doları aşan, bu yılın ilk yarısında da 23 milyar dolara yaklaşan petrol ve doğal gaz gibi ithal enerji ürünlerinin faturasının TL cinsinden karşılığı da büyüyecek. AKP’nin; ABD, İsrail ve bazı Batı ülkeleri ile birlikte Suriye yönetimini devirmek amacıyla savaş hazırlıkları yaptığı şu günlerde ham petrolün yükselen varil fiyatı 125 doları aştı. Fiyatın 150 dolara çıkabileceği söyleniyor. Ekonomi için temel girdi olan ve Türkiye’nin neredeyse tamamen dışarıya bağımlı olduğu enerji ürünlerine ödenen faturanın giderek kabarması, elektrik, doğal gaz, akaryakıtta seri zamları kaçınılmaz hale getirecek. 

İHRACATÇI: Döviz kazandırıcı faaliyet olarak ihracatçının kazanacağı dövizlerin TL karşılığının artması nedeniyle, kur artışının bu kesimin lehine olacağı düşünülse de imalatçı ve ihracatçı sektörlerin had safhadaki ithal girdiği bağımlılığı yüzünden sektör bu avantajı elde edemeyecek. Bu yıl ilk yedi ayda 148.8 milyar dolar olan toplam ithalatın, 109.6 milyar dolarla dörtte üçünü ara malları oluşturuyor. Aynı dönemdeki toplam 88.3 milyar dolarlık ihracatla, ara malı ithalatının ancak yüzde 80.5’i karşılanabiliyor. Sanayici-ihracatçı kesimin büyük oranda ithal girdiyle çalışması nedeniyle, kur artışları aslında bu kesim için de maliyet artışı anlamına geliyor. Bu da fiyat artışı ve rekabet gücünün azalmasını doğuracak bir unsuru oluşturuyor. İhracatın, büyük oranda ithalata bağımlı olması nedeniyle, kur artışları ihracatçının lehine değil aleyhine çalışıyor. 

BANKACILIK: Türkiye’den sermaye kaçışı ve buna bağlı olarak kurdaki yükselişin önünü kesmek için Merkez Bankası faiz silahına başvuracak. Yükselen faizler ilk planda bankaların karını olumlu etkilemekle birlikte, özellikle tüketici ve KOBİ cephesinde olmak üzere kredilerde daralma yaşanacak. Türkiye’ye gelen bol miktardaki sıcak para nedeniyle dövizin yatay seyrettiği, yani TL’nin reel olarak değerlendiği önceki dönemde, bankalar sürekli yurt dışından döviz borçlanarak, bunu TL’ye çevirip tüketiciye pompalayarak iç talebin canlı tutulmasında önemli rol oynamışlardı. Şimdi daralacak kredi hacmi nedeniyle bankalar, söz konusu dış kredilerde riski halka yayamayacak; dövizdeki yükseliş dolayısıyla da ciddi bir kur farkını sineye çekecek. BDDK verilerine göre, tüketici kredilerinin 2002 sonunda 2 milyar TL’yi dahi bulmayan toplam hacmi, tam 112 katlık büyümeyle bu yılın Haziran sonunda 222.8 milyar liraya ulaştı. Bunun da yaklaşık 100 milyar lira ile büyük bölümünü konut kredileri oluşturuyor. Bankacılık açısından, daha önce açılmış kredilerin geri dönüşünde yeni süreçte ortaya çıkabilecek güçlükler ciddi risk oluşturuyor. Batık kredi hacmindeki artışın hızlanması, bankacılık sektörünü olumsuz etkileyebilir.

İNŞAAT: AKP’nin iktidarı süresince ekonomiyi “canlı”tutabilmek için araç olarak kullandığı inşaat sektöründe ciddi boyutlarda bir atıl kapasite ve arz-talep dengesizliği oluştu. Sektör sürekli üretmeye, vatandaş borçla satın almaya teşvik edildi. Ancak talep doyum noktasına geldi ve sektörde arz fazlası nedeniyle adeta bir balon oluştu. Fed kararlarından sonra genel faiz düzeyiyle paralel olarak artan konut kredisi faizlerinin giderek daha da yükselmesi bekleniyor. Yükselen faizler, konut talebini iyice baskılayacak. Gelecek beklentilerine göre yapılan yatırımların nakde dönüştürülememesi, izleyen günlerde sektörde birçok toplu konut firmanın finansal sıkıntıya düşmesine yol açacak. 

3. Boğaz Köprüsü, İstanbul’a yeni havalimanı gibi “mega”projeler de bu süreçten olumsuz etkilenecek. Fed kararları sonrasında piyasalarda başlayan türbülansla ağırlaşan finansman maliyetleri, yüklenici firmaların işleri yürütmesini zorlaştıracak, projeleri geciktirecek, ek maliyetler yaratacak. Bu süreçte inşaat sektöründeki balon patlamaya giderek daha fazla yaklaşıyor.

BÜTÇE: Kurdaki hızlı artış, bütçeyi ise hem gelir hem harcama olmak üzere iki yönlü olumsuz etkileyecek. İthalatın azalması, fiyat artışı, gelirde düşüş sonucu iç tüketimin daralması, ÖTV, KDV gibi dolaylı vergi gelirlerinde düşüşe yol açacak. Vergi gelirinin üçte ikisi dolaylı vergilerden sağlanıyor. Kur artışı nedeniyle pahalanan ithalatın azalması ve fiyatların yükselmesi nedeniyle iç tüketimin daralması sonucu dolaylı vergi tahsilâtında düşüş gündeme gelecek. İstihdamdaki azalma da devletin gelir vergisi tahsilâtını düşürecek. Devletin ithalatının TL karşılığında yaşanacak artış, zorunlu bütçe harcamalarının finansman maliyetini yükseltecek. Bu gelişmelerin sonucunda bütçe açığı büyümeye geçecek. Bütçeyi denkleştirmek için yapılacak zamlar, artırılacak vergiler, gelir yaratmak için özelleştirme kapsamındaki kuruluşların panikle elden çıkarılması gündeme gelebilecek. 

DAR GELİRLİ VATANDAŞ: Dış alımı zorunlu enerji ürünleri başta olmak üzere ithalat faturasının TL cinsinden karşılığının kurdaki artış sonucu kabarması, maliyet enflasyonu yoluyla perakende fiyatlara yansıyacak. Kur ve faizdeki artışlar çift haneli enflasyonu gündeme getirecek. Bütçe gelirlerindeki azalma nedeniyle büyüyen bütçe açığını frenlemek için, dolaylı vergi gelirini artırmak amacıyla temel ürünlere zamlar yapılacak. Tüm bu gelişmeler enflasyonu azdıracak. 

Bu yıl AKP tarafından yüzde 3+3’lük zammın uygun görüldüğü memurlar maaşları ile yine düşük oranda artışlar yapılan işçi ücreti ve emekli aylıklarındaki artışlar enflasyonun çok altında kalacak. Başka bir deyişle bu kesimler reel bazda gelir kaybına uğrayacak; yani adeta görünmez bir el milyonların cebinden parasını çalacak. Milyonlar daha da yoksullaşacak…

KRİZİN NERESİNDEYİZ?

Parasal sıkılaştırma önlemlerinin Türkiye ekonomisindeki etkileri son üç ayda tedrici biçimde görülmeye başladı. Bu süreç Ağustos’un ikinci yarısından itibaren bir türbülansa dönüştü. ABD’nin Eylül ayında daha da netleşmesi beklenen para politikasının yaratacağı sonuçların, gelişmekte olan ülkelerde asıl sarsıntıya yol açması, krizleri tetiklemesi bekleniyor. Türkiye ise en büyük hasar görecek ülkeler arasında-hatta başında gösteriliyor.

Ülkeden sermaye kaçışına bağlı bir ekonomik kriz sürecinin göstergeleri ile karşılaştırdığımızda Türkiye ekonomisindeki mevcut durum: 

- Dövizde arz talep dengesinin bozulması nedeniyle kurlarda ani yükseliş; hızlı bir devalüasyon yaşanır. (YAŞANIYOR)

- Devletin, özel kesim firmaları ve özellikle bankaların kısa vadeli aşırı borçluluğu, kurlardaki gelişmeye bağlı olarak bu kesimleri zor durumda bırakır. (ŞİMDİDEN BIRAKTI)

- Net sermaye kaçışına koşut döviz rezervleri azalışı ve para arzı daralmasıyla reel faiz hadleri yükselişe geçer. (YÜKSELİYOR)

- TL’nin reel değerinin düşmesi hem TL hem döviz borçlularının borç yükünü TL üzerinden giderek artırır. (ARTIRIYOR)

- Özellikle kısa vadeliler olmak üzere yüksek iç ve dış borçlar ciddi risk yaratır. (YARATIYOR) 

- Bu süreçte yaşanan hızlı devalüasyon, maliyet yönlü olarak enflasyonu tırmanışa geçirir. (GEÇİRECEK)

- Yükselen kurlar yüzünden döviz borçlu şirketlerin mali durumu bozulur, iflaslar, kapanan işyerleri ve işten çıkarmalarla işsizlikte ani ve hızlı bir artış yaşanır. (BU BOYUTA VARMADAN ÖNLEM GEREKİYOR)

- Bu gelişmeler domino etkisiyle tüm sektörleri ve kesimleri etkileyen genel bir ekonomik krize dönüşür. (Oysa “yeni Suriye kurma” ile meşgul AKP işin ciddiyetinden habersiz ve gelişmelere karşı adeta kayıtsız.) (GENEL KRİZE DAVETİYE ÇIKARILIYOR) 
Güncelleme Tarihi: 03 Eylül 2013, 00:37

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

YORUMLAR
E.MANDAK
E.MANDAK - 11 yıl Önce

hatirlayin koali̇syon dönemi̇ni̇zi̇.hüsametti̇n özkan bankalardan sorumlu bakan.i̇çi̇ni̇zden bi̇r ekonomi̇st çikaramadiniz i̇tal etti̇ni̇z.oda melhem olamadi kaçti gi̇tti̇ arkasinda bi̇r sürü i̇çi̇ boşalmiş banka birakarak.i̇çi̇ni̇ ki̇mleri̇n boşalttiğida malum.ekonomi̇ ne kadar bozuk olursa olsun.si̇zi̇n bozduğunuzdan bi̇n kat daha i̇yi̇ olur unutmayin

SIRADAKİ HABER