İşte Eliaçık'ın o analizi:
“Hırsızın elini kesin” (Maide; 5/38) veya “Çalmayacaksın” (Çıkış; 19/15) buyruklarını duyduğunuzda oluşan fotoğraf da aynı değil mi?
Zenginin malını çalan yoksul için söyleniyor sanki.
Peki, neden?
Neden “hırsız” dendiğinde hep yoksul akla geliyor da zengin gelmiyor?
Neden?
Niçin?
***
Kur’an, “hırsızlık” (sirgat) kelimesini 6 yerde kullanır.
Bunların hiçbirinde de “zenginin malını çalan yoksul” vurgusunu göremeyiz.
Yani hitap ihtiyaçlarını bile karşılayamayan yoksullara değil; ihtiyaç fazlası içinde yüzen zenginleredir.
Şöyle ki:
İlk olarak hırsızlık kavramı şehrin (Mekke) cin, kehanet ve büyü işleriyle uğraşarak zenginleşmiş olanların yaptıklarının “kulak hırsızlığı” (istirega’s-sem’a) olduğu söylenirken geçer. Bunlar, görünmez güçlerden yani gök cisimleri, yıldızlar, cinler, periler, ifritlerden güya bilgi alarak/çalarak halk üzerinde nüfuz sağlayanlardı. Bunların yaptıklarına karşılık alevli bir ateşten başka bir şeyle karşılaşmayacakları söylenir (Hicr; 18).
İkinci olarak Yusuf’un kardeşlerine Mısır’da “hırsız” dendiği söylenirken geçer. Halbuki onlar hırsızlık yapmamışlardı. Bu, zenginlerin (saray çevresinin) ithamı olarak aktarılır. (Yusuf; 70,73,81).
Üçüncü olarak Mekke’nin fethi günü Peygambere gelen kadınların “hırsızlık yapmayacaklarına” dair sözün de yer aldığı biat (tabi olma) olayı anlatılırken geçer. Bunlar, daha çok Kabe’ye getirilen malları iç edip üleşerek (çalarak) halk üzerinde nüfuz sağlayan erkekler ve onların karılarıydı. Önce erkekler sonra kadınlar sırayla gelip biat ettiler. İçlerinde Ebu Süfyan’ın karısı Hind de vardı. “Şerefi develerinin sırtında” olan, şehrin en büyük “bahçe sahibi” Ebu Süfyan ve karısı bir daha “hırsızlık yapmayacaklarına” dair biat etti! (Mümtehine; 12). Bu ayetlerin yer aldığı sure nuzül sırasına göre sondan yedinci suredir…
Dördüncü olarak bundan böyle hırsızlık eden erkek ve kadınların “ellerinin kesileceği” söylenirken geçer (Maide; 38). Bu ayetlerin yer aldığı sure de (Maide) nuzül sırasına göre sondan ikinci suredir…
“Hırsızlık” kelimesinin Kur’an’da geçtiği yerler işte bunlardır.
***
Görüldüğü gibi “hırsızlık” daha çok bilgi, iktidar ve servet sahiplerinin davranışı olarak ele alınıyor.
Çünkü…
Kahinler ve mecnunlar gizli güçlerden (yıldızlardan, cinlerden) bilgi çalarak (kulak hırsızlığı yaparak) otorite oluştururlar. Bununla halk üzerinde hegemonya kurarlar. Kurdukları bu hegemonya hırsızlık yaparak kurulmuş bir hegemonyadır.
O devirde kâhinlerin ve mecnunların yaptığını bugün “Bu bana bendeki bir bilgi sayesinde verildi” diyenler yapıyor. Bunlar, bilgiyi tekellerine alarak halktan saklarlar. Halkın bu bilgilere ulaşmasına istemezler. Bu bilgi sayesinde halkın kendilerine sürekli muhtaç durumda kalmasını isterler. Bilgiyi güç elde etme aracı olarak kullanırlar.
“Kulak hırsızlığı” işitmeye/bilmeye dayalı hırsızlık türüdür. İnsanların bilmediği şeylere muttali olan kulak hırsızı, böylece, önemli bir konum elde etmiş olur. Kendindeki bu bilgi sayesinde insanları kendine muhtaç duruma düşürür ve onlar üzerinde emredici ve hegemonya kurucu bir pozisyon elde eder.
Nasıl ki kâhin ve mecnun yıldızlardan ve cinlerden güya başkalarının sahip olamayacağı bilgiler aldığını söyler ve bununla üzerimizde otorite ve hegemonya kurmak ister, işte öyle, bugün de, bir bilim adamı insan anatomisinden (tıp), yeraltından (jeoloji), gökyüzünden (astronomi), bitkilerden (botanik), hayvanlardan (zooloji), minerallerden (kimya) vs. “yeri ve göğü dinleyerek” bilgi edinir ve bizi onunla kendine muhtaç eder ve bunu hegemonyaya dönüştürerek üzerimizde otoriteleşir.
Din adamı da bunu kutsal bilgiyi elde ederek/tekeline alarak yapar. Bu nedenledir ki peygamberler onlara hep “Hırsız yuvası yaptınız” (Tevrat: Yeramya; 7/11), “Haydut inine çevirdiniz” (İncil: Luka; 19/46), “Halkın mallarını haksızca/hırsızca yiyorsunuz” (Kur’an: Tevbe; 34) diyerek “kral çıplak” deme misyonu üslenirler.
Bunlar hep kulak hırsızlarını uyarmak içindir.
Olayın saf ilim, Tanrı’ya ve insanlığa hizmet olması için, bilginin tekelleşmemesi, güç temerküzü, otoriteleşme, servet yığma ve iktidar (ele geçirme ve sürdürme) aracı olarak kullanılmaktan vazgeçilmesi gerekir.
Aksi halde yapılan ayette geçtiği gibi “kulak hırsızlığı”dır.
Yani herkeste olmayanı ele geçirip, herkes üzerinde hegemonya aracı olarak kullanmaya kalkma…
***
Bilgideki “kulak hırsızlığı”, emek söz konusu olunca “mülkiyet hırsızlığı” olur.
Çünkü Kur’an’ın bakışına göre yerde ve gökte olan her şeyin mülkiyeti Allah’a aittir. Ne gökten bilgi çalarak “kulak harsızlığı”, ne yerden rızık ve rızık kaynakları devşirerek “mülkiyet hırsızlığı”, ne de insanlardan itaat devşirerek “iktidar hırsızlığı” yapamazsınız.
Bilgi, servet ve iktidar bütünüyle Allah’a (halka) aittir.
Bizim hakkımız olan şey sadece emeğimizdir. (Necm; 39). Kendi bedenimizin bile sahibi değiliz. Çünkü kendimizi yaratmak için hiçbir emek sarfetmiş değiliz. Ancak emek/alınteri (sa’y/kesb) dökerek elde ettiğimiz şey bizimdir.
Hatta emeğimizle kazandığımızın bile hepsi bizim değildir. Kur’an der ki: “Erkeklerin kazandığından bir pay vardır. Kadınların da kazandığından bir pay vardır.” (Nisa: 32). Yani kazandığımızın hepsi de bizim değil; ondan sadece “pay” (havaic-i asliye) var.
Gerisi kimin?: “Onların mallarında malum bir hak vardır.” (Meâric: 24).
“Malum hak” ne?: “Onların mallarında yoksulların ve mahrumların hakkı vardır.” (Zâriyat: 19).
Yoksulun ve mahrumun hakkını vermeyip de kendine saklayana, yığana ve biriktirine yani “kenz” edene “zengin” diyorlar. Bu durumda zengin bilgiyi depolayan, malı yığan ve iktidarı temerküz eden olduğundan “hırsız” durumuna düşmüş oluyor.
Onun için Tevrat’ın Yeramyası Rabb’in adı anılan yere (tapınağa) din adamları “kenz” merkezine çevirdikleri için “Hırsız mağarası” diyor (Yeramya; 7/11)…
İncil’de İsa aynı gerekçeyle yine aynı deyimi kullanıyor: “Haydut ini” (Luka; 19/46)…
Kur’an da bunun nasıl olduğunu tefsir ediyor: “Halkın mallarını haksızca/hırsızca yiyerek… Altını ve gümüşü kenz ederek …” (Tevbe; 34) Kenz: Biriktirmek, yığmak, kendine hazine yapmak demek.
Demek ki “kişisel zenginlik” bir toplum için felakettir.
Toplumsal zenginlik olacak; aradığın her şeyi bulacak ve ona ulaşabileceksin.
Böylesi herkesin ulaşabileceği toplumsal zenginlikler, birinin veya bir gurubun/kesimin/zümrenin elinde dönüp dolanan kişisel zenginliğe dönüşmeyecek.
İşte bunu sağlamak için kurulacak düzene “Adalet devleti; Ortak iyinin iktidarı” diyoruz…
***
Hz. İsa’nın İncil’deki mesellerini çok severim.
Biraz da oradan devam edelim.
Zengine hırsız durumuna düştüğünü ve fakat bunu kendisinin bile fark etmediğini bakın nasıl anlatıyor:
“Birisi onun yanına gelerek O’na: ‘Ey iyi hocam! Sonsuz yaşama erişmem için ben ne iyilik yapayım?’ diye sordu. O da ona: ‘Niçin bana iyi diyorsun? Bir’den; yani Tanrı’dan başka iyi yoktur. (‘Bana efendim deme ‘Efendi’ Allah’tır’ hadisine ne kadar da benziyor! İ.E)
Ama eğer yaşama girmek istersen, buyrukları tut, dedi. O da O’na: ‘Hangilerini?’ dediğinde, İsa: Bunları; ‘Öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan tanıklık yapmayacaksın, Annene, babana saygılı olacak ve komşunu da kendin gibi seveceksin’ dedi.
O da ona: ‘Tüm bunları çocukluğumdan beri tutuyorum; daha ne eksiğim var? dedi. İsa ona: ‘Eğer kamil olmak istiyorsan, gidip neyin varsa sat ve yoksullara ver. Bununla gökte hazineye sahip olacaksın ve gel bana katıl, dedi.
Adam bu sözü duyunca hızla uzaklaştı; çünkü zengindi.
İsa öğrencilerine: “Gerçekten size diyorum ki zengin kişi ‘Göklerin Egemenliğine’ güçlükle girer. Ve yine size diyorum ki zenginin Tanrı’nın Egemenliğine girmesinden, devenin iğne deliğinden geçmesi daha kolaydır.” (Matta; 18/16-24).
Tefsiri: Zengin kişi diyor ki: “Bunları çocukluğumdan beri yapıyorum zaten.” İsa da diyor ki: “Yaptığını sanıyorsun. Sen bir şeyin farkında değilsin. “Çalmayacaksın” emrini üzerine alınmıyorsun. Bunun, zenginin malını yoksulun çalması olarak anlıyorsun. Oysa sen yoksulun hakkı sana geçtiği için (‘Hırsız olmuşsun haberin yok’ demenin kibarcası!) zengin olmuşsun. Git onları yoksullara ver, öyle gel. Yoksa ne dediğimi anlayamazsın. Bu kadar malla cennete (Göklerin Egemenliğine) giremezsin. Deve iğne deliğinden geçerse sen de cennete girersin…”
Tevili: Bugün de aynısı denmiyor mu?: “Çocukluğumdan beri cumaları hiç kaçırmam… Dedem de namaz kılardı… Zekatımı hiç aksatmam, kırkta bir mutlaka veririm… Çevremde hayırsever zengin olarak bilinirim…” İyi de nasıl zengin oldun? İhtiyacından fazla mal sen de ne geziyor? 20 yılda katlar, yatlar almışsın, araziler kapatmışsın, apartmanlar dikmişsin, hesabına hazineler yığmışsın, yanında çalıştırdığın işçiler hala kirada? Git, onları ver. Onlar sana “emek hırsızlığı” yaptığın için geçti. Kazandığından sana bir “pay” vardır, hakkın sadece odur. Aksi halde deve iğne deliğinden geçerse sen de “Göklerin Egemenliğine” (Cennete) girersin, dedenin namazıyla veya “elinin kiri” kırkta birle övünerek değil…
***
Kur’an’da şöyle yazılıdır: “Onlar (din adamları/yöneticiler) yalandan dolandan medet umarlar (semmâûne li’l-kezb) hırsızlıkla/yolsuzlukla yiyicilik (ekkâlûne li’s-suht) yaparlar (Maide; 42).
Tevrat’da şöyle yazılıdır: “Yöneticileri asilerle hırsızların işbirlikçisi; hepsi rüşveti seviyor, hediye peşine düşmüş.” (Yeşaya; 1-23)
Kime “hırsız” deniyor dikkat ediniz.
İncil’de şöyle yazılıdır: “Bundan iyice emin olun: Koyunların ağılına kapıdan girmeyip de başka yerden giren hırsız ve soyguncudur. (Yuhanna; 10/1).
Yani bilgi, servet veya itaat devşirerek zengin olanlar hırsızdır.
Halkın malını haksızca/hırsızca/arsızca yiyenler koyun ağılına kapıdan değil; başka yerlerden girenlerdir. Asıl hırsız ve soyguncu bunlardır.
Koyun ağılına (yeryüzü) başka yollardan (rızık ve rızık kaynaklarını ele geçirerek, toprağa çit çevirerek, doğal kaynaklara el koyarak, üretim araçlarını (agvât) kendine sermaye yaparak) girip; bunlar üzerinden servet yığanlar ve bunları Allah yolunda (yoksullar, muhtaçlar, kimsesizler, çaresizler, yolu kesilmişler, boyunduruk altındakiler için) infak etmeyenler hırsız ve soyguncudur…
Koyun ağılına (bilgi) başka yollardan (cincilik, falcılık, üfürükçülük; spekülasyon, borsa oyunları, bilgi tekeli oluşturarak) girip; bunlar üzerinden güç ve hegemonya devşirenler hırsız ve soyguncudur…
Koyun ağılına (kamuya) başka yollardan (yolsuzluk, faiz, rüşvet, nitelikli dolandırıcılık, iltimas, torpil, peşkeş, ihale üçkağıtları, yetki nüfuzu, söğüşleme) ile girip; bundan servet yığanlar hırsız ve soyguncudur…
Koyun ağılına (din) başka yollardan (hediye, bağış, yardım paralarını iç ederek, cemaat/tarikat paralarını zimmetine geçirerek, din kitapları basarak, tefsir yazarak, ayin/proğram düzenleyerek) girip; bunlardan servet yığanlar hırsız ve soyguncudur…
Koyun ağılına (fabrika) başka yollardan (asgari ücretle işçi çalıştırarak, emeği sermayeye eşit görmeyerek, ücret ve emek hırsızlığı yaparak) girip; bundan servet yığanlar hırsız ve soyguncudur…
Velhasıl bilgiyi, iktidarı ve serveti; kulak, itaat ve emek hırsızlığı yaparak otorite, iktidar ve servet yığma aracı haline getirenlerin alayı hırsız ve soyguncudur!
Bunların yuvalandığı mekanlar ister devlet, ister tapınak, ister cemaat, ister tarikat, ister örgüt, ister fabrika, ister şirket, ister borsa, ister banka olsun İncil’in tabiri ile “haydut ini”, Tevrat’ın tabiri ile “hırsızlar mağarası”dır. Bunlara Kur’an’ın tabiri ile de “aşağılık maymunlar” ve “domuzlar” denir…
***
İşte bunların “elleri kesilmeli”dir!
Yere ve göğe uzanan elleri…
Toprağa, suya, ırmağa, ekine uzanan elleri…
Yeryüzünün rızık ve rızık kaynaklarına uzanan elleri…
Doğal gaza, petrole, uranyuma, yağmur ormanlarına uzanan elleri…
Emeğe, alınterine, çalışmaya, ekmeğe, sofraya uzanan elleri…
Aça, yoksula, kimsesize, garibana uzanan elleri…
Bir milyar insanı aç bırakan o elleri (eyd)…
Kurdukları küresel ve yerel düzenleri (yedâ) …
Evet, elleri (eydiyehum) kesilmeli. Yani ahtapot gibi her yana uzanan elleri; kurdukları sömürü düzenleri (yedâ Ebu Lehep) son bulmalı…
Aksi halde hırsızlık bitmez, soygun sona ermez…
Banka soyana hırsız ve soyguncu diyoruz.
Peki, banka kuran ne oluyor?
Odatv.com
Güncelleme Tarihi: 05 Kasım 2010, 00:36