Öğretmenliğimin üçüncü yılıydı, Hasandede kasabasında bir ilkokulda çalışıyordum. Dördüncü sınıfı okutuyordum, çalışmayı seviyor, idealist ama deneyimsizdim. Öğrencilerime bir şeyler öğretmeye çabalıyordum.
Bizim eğitim sistemimiz yaz-boz tahtası gibi her yıl farklı uygulama yapılır. O yılda böyle bir uygulama yapıldı, dersleri zayıf olan öğrencilere yıl sonunda kurs verilecek, kurs sonunda sınav yapılıp başarılı olanlar üst sınıfa geçeceklerdi. Biz de yıl sonu kursumuzu yaptık, sınavı yapıyorduk. Bir arkadaş benim bir öğrencimi kopya çekerken görmüş onu sınıfta bıraktık. Kopya çeken kızın adı Elif’ti. Ertesi yıl ben Kırıkkale’ye atandım. Birkaç yıl sonra duydum ki Elif okulu bırakmış. Çok üzüldüm, kendimi suçladım, neden bu çocukla ilgilenmediğim, ailesiyle görüşmediğim için. Yıllar içinde de bu suçlama hep sürdü. Kendime sen öğretmenliğin yüz karasısın, bir öğrencine sahip çıkamadın diye kızdım.
Aradan yıllar geçti, evlendim çocuklarım oldu ama Elif’i o güzel yeşil gözlerini hiç unutmadım. Ankara’daki evimde otururken telefon çaldı, telefonun öteki ucunda bir kadın sesi “Öğretmenim ben Elif, beni hatırladın mı?” dedi. Birden heyecanlandım, “Aman Elif ben seni hiç unutmadım,” dedim. Biraz sohbet ettik, Hasandede olduğunu, evlendiğini üç çocuğu olduğunu söyledi. Ona görmeye geleceğimi söyledim. Ve fırsat bulduğum bir gün onu görmeye gittim. Gördüm ki Elif perişan, üstünden başından yoksulluk, perişanlık akıyor. Yüzü güneşten yanmış, kırışıkların arasına girememiş, genç güleç bir kadın olması gerekirken orta yaşlı kendinden geçmiş bir kadın olmuştu. Beni görünce sevindi, yeşil gözleri biraz mahcup halde sarıldı elimi öptü. Bir ağacın altına oturduk, kocasının çok içtiğini doğru dürüst çalışıp eve bakmadığını, iki yıl önce de çalışmaya gidiyorum diyerek gittiğini bir daha gelmediğini anlattı. “Öğretmenim unum bile yok ki sana çörek yapayım,” dedi. Yaşaran gözlerimi saklamaya çalışıp, boğazıma düğümlenen yumruyu yutmaya çalışarak, “Ben buraya yiyip içmeye değil, seni görüp konuşmaya geldim,” dedim. Yıllardır içimde duran suçumu itiraf edip rahatlamak istiyordum. “Elif sen sınıftan kalınca okulu bırakmışsın, ben sonradan duydum ve çok üzüldüm. Sana yardım edip ilgilenmediğim için hep kendimi suçladım, “dedim. Elif boynuma sarıldı, “Sizin bir suçunuz yok, siz iyi bir öğretmensiniz, benim doğru dürüst giyeceğim olmazdı bana giyecek getirirdiniz, teneffüslerde anlamadığım dersleri çalıştırırdınız,” dedi. Ben bunları hiç hatırlamıyordum. “Sınıfımı geçseydim de fark etmezdi, babam beni yine okuldan alırdı. Kendi gibi sarhoş bir adama beni verdi hayatımı mahvetti,” dedi. Ona kadının gücünü, dışardan okul bitirerek, bir meslek edinerek hem kendini geliştirip hem çocuklarını büyütebileceğini anlattım. Elif’e son bir ders verdim.
Ayrılırken içim biraz rahatlamıştı ama yüreğimde bir hüzün, bir burukluk, gözümde iki damla yaş vardı. (30.12. 2020)