banner392

BUNLAR TÜRK MİLLETİNE AZ BİLE !!!

 Yıllar geçiyor ama adına Türkiye denilen ve üzerinde Türklerin yaşadığı bu memlekette, insanların hadiseler karşısında takındığı tavırlar değişmiyor. Onun için sık sık “ruhsal genetik” ne demektir ve bu ruhsal genetiğimizin farkındamıyız ? diye sorular yöneltiyorum.
Başbakan RTE’nin, 18 yıla hükümlü E.Orgeneral  ve Genel Kurmay 2.Başkanlığı yapmış olan Ergin Saygun’u ziyaret edişinde Saygun’un çocuklarının tavrını, meşhur siyasetçiler Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş’un dün ve bugün söyledikleri arasındaki mukayeseyi, Avrupa Birliği’nden sorumlu bakan Egemen Bağış’ın “İstanbul, Rize ve Siirt”i kutsamasını ve Doğuş Grubu’nun patronu Ferit Şahenk’in “son on yıllık değişime şapka çıkarmak lazım...”deyişini; gelin tam bir yıl önce yazdığım “Kurbanın Yalakası Kasabın Bıçağını Yalarmış” yazımı bir kez daha okuyarak tefekkür edelim
“Ünlü Fransız düşünür Jean – Jacques Rousseau “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. Bir kimse kendini başkalarının efendisi sanar ama, böyle sanması, onlardan daha da köle olmasına engel değildir” demektedir.
Gerçekten çok doğru bir söz. Hepimiz kendimizi özgür zannediyor olabiliriz ama bu zincirlere vurulmuş olduğumuz gerçeğini kolay kolay değiştirmiyor.
Bir de bunlara, kendi kendimize ilave ettiğimiz diğer zincirleride eklemek gerekir diye düşünüyorum.
Söz hazinesi çok geniş olan dostum Süheyl Çobanoğlu ile geçtiğimiz günlerde sohbet ederken yine dağarcığından enfes bir söz çıkarıp benimle paylaştı: “Kurbanın yalakası kasabın bıçağını yalarmış”.
Alın bu ibretlik sözü Türkiye’deki istediğiniz her olaya uyarlayın. Biraz tefekkür edip düşünürseniz, bu sözün bizim içinde bulunduğumuz durumu çok iyi izah ettiğini ve bu durumlar karşısındaki pozisyonumuzu çok iyi betimlediğini göreceksiniz.
Niye böyleyiz ve neden bu tavırları sergiliyoruz? Yoksa kurban olarak seçildiğimizin farkındamı değiliz?
Nevruz Bayramını bahane ederek, Türk Milletini rahatsız eden zavallı insanlar, kendi milletine ve devletine karşı küresel güçler tarafından, kullanılmak sureti ile kurban edildiklerini anlamıyorlar mı?
Türkiye’de, Türk Milletinin aleyhine seyreden siyasal ve hukuksal gelişmeler karşısında sessiz kalıp, bu kurban misali, kasabın bıçağını adeta yalayarak parlatanlar, bir müddet sonra parlattıkları bıçağın kendi canlarınıda alacağını bilmiyor mu?
Yüzyıllardır aynı sorunlar benzer meseleler ve bunlara karşı takınılan değişmez tavırlar. Ne kadar meraklıyız kasabın bıçağını yalayarak parlatmaya...
Geçtiğimiz yüzyılın en önemli savaşlarından biri olan Çanakkale Savaşı’nın 97. yıldönümünü ve aynı zamanda şehitlerimizi anmış olduk.
Bir bakıyorum; 2. Cumhuriyetçiler, Türkiyeliler, Dersim’e katliam diyenler ve Türk Milletinin her türlü kendine özgü değerine karşı olanlar, modaya uyarak, Çanakkale Destanına ve aziz şehitlerimize sahip çıkıyor. Hadi bunlar utanmıyorda, bunları alık alık seyredenlerdemi utanmıyor?
Bu utanmazların bir kez daha “Türk Milletini aldatırmıyım?” çabasını anlıyorum da, bunu her defasında yutan balık hafızalı insanlarımı anlamakta çok zorlanıyorum.
Televizyon ekranları, gazete sayfaları, vaaz kürsüleri, okul sıraları, devlet daireleri ve siyasal partiler, insanımı kasabın bıçağını yalayarak parlatmaya ikna etmeye çalışan gafil ve hainlerle dolu. Bu nasıl görülmez bilemiyorum!
Yine Rousseau ilginç bir söz sarf ediyor: “Bir ulus boyun eğmeye zorlanırda boyun eğerse iyi eder; boyunduruğunu silkip atabilecek olursa daha da iyi eder” .
Bugün eğitim sistemimizde yapılanlara, illa ki Suriye’ye girin ısrarlarına, üniversitelerin dini örgütlenmelerce kontrolüne, vatandaşın aşırı ve karşılıksız borçlandırılmasına, mahkumiyete dönüşen tutukluluklara, topraklarımızın özelleştirme ile peşkeşine, üretimsizliğe ve işsizliğe vb. bakılınca Türk Milletinin boyun eğmeye zorlandığı açıkça görülmektedir.
Bu bir millet için ve hele ki Türkler için kabul edilebilir bir durum değildir. Elbette J.Jacques Rousseau’nun dediği gibi kendisini takılmak istenen boyunduruğu silkinip üzerinden atmalıdır.
Ancak ben Türk Milletine sadece boyunduruk geçirilerek, boynunun eğilmek istendiğini düşünmüyorum. Bence bunu bir safha daha ileri götürerek; Türk Milletinin boynunu koparmak istiyorlar. Hem de bu boynu kesecekleri bıçağı, Türk Milletine parlattırarak...
Hatırlayın, Patrik Gregorius’un, Rus Çarı I. Nikola’ya yazdığı mektubu. Patrik bu mektupta “Yapılacak olan, Türklere birşey hissetirmeden bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.” diye belirtmektedir. Yine Fener Rum Başpapazlığı’nın açtığı okullardan biri olan İkonomos Akademisi’nin 1884 yılı ders müfredatında: “Türkler ekonomik bakımdan çökertilecek, Türklerin ahlak, milliyet, din ve gelenekleri dejenere edilecek.” denmektedir. Turgut Özakman’ın yeni kitabı Çılgın Türkler – Kıbrıs’ta yazdığı; Başpiskopos ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Makarios’un, Türklerin ruhu için söylediği “O ruhu öldürmeliyiz” sözü de bizler için ibretliktir. O halde kasabın bıçağını yalakalıkla ve yalayarak parlatanlara soruyorum: sonunuzu görmüyormusunuz?
Eğer karşınızdaki güçlerin Türksüz ve Müslümansız bir dünya hedefini biliyorsanız, bunlarında daima gündemlerinde olduğunu bilirsiniz.
Onun için kimseye yalakalık yapacak durumda olmadığınızı biliniz. Hele ülkenin mukedderatını tayin etmek için siyaset yapanlar bunu daha da iyi bilmelidir. Yapacağınız yalakalıkların sizi, milletimizi ve vatanımızı kurtarmayacağından emin olunuz. Tarih sizleri uyarmak için anlattıklarımızın örnekleri ile doludur. Onun için söylemesi bizden tedbir alması sizden...”
Yine bir kaç ay önce yazdığım bir yazıda; Türk Aydını olan Yusuf Akçura’nın Sebilürreşat Mecmua’sının 18 Haziran 1921 tarihli makalesinde günümüze ışık tutan ilginç tespitlerine yer verdim.
“Örneğin Yusuf Akçura : “Osmanlı Hükümetini borçlandırarak maksatlarının ancak bir kısmını elde eden Avrupa sermayedarları, maksatlarına tamamen nail olmak için Tanzimatçı paşalardan devamlı olarak imtiyazlar koparırlar; sırf kendi menfaatlerini gözeterek, yani devletin ve milletin menfaatlerine hiç kulak asmayarak, demiryollar döşer, rıhtımlar inşa eder, bankalar açarlar, madenler işletirler, sulama işiyle uğraşırlar ve iyi kötü, fakat kötüsü iyisinden fazla pek çok mamul maddelerle şehirlerimizin çarşı ve pazarlarını doldurarak yerli sanatları öldürürler. İşte bu vakaların cümlesi, Avrupa sermayesinin kapitalin Osmanlı Ülkesine doğrudan doğruya ve muzafferane akını demektir.” diye belirtmektedir.
Eh! İlk iktisatçılarımızın Sakız Ohannes Efendiler, Portakal Mikail Paşa’lar olduğunuda bilirsek, piyasaları krizde ama kendisi iyi yolda olan ekonomimizi daha iyi anlarız diye düşünüyorum.
Ancak yandaş olmayan halkın hali hiç iyi değil ve herkesin duası bugünleri bile aramamak. Çünkü yarından büyük endişe var. Ekonomiden anlayanlara duyurulur...” diye de bitirdim. Bunları da Ferit Şahenk ve onun gibiler anlasın diye tekrar ediyorum.
Günler ve yıllar geçiyor, olaylar benzer şekilde devam ediyor, davranışlarımızda bir değişiklik yok...Öyleyse RTE’nin Başbakanlığı, Ergenekon ve Balyoz Davaları, askerin başına gelenler, bölücü ihanetle müzakere, borç sarhoşluğu içinde akıl yitirmek ve daha niceleri bizim müstahak olduğumuz olaylar. Saygun’un çocuklarının tavırlarını görünce oğluma vasiyet ettim: “bizim başımıza bunlar getirilirse değil başbakan cumhurbaşkanı bile gelse kapıyı kapat ve onlara konuşacak bir şeyimizin olmadığını ve yalnızca Allah’tan medet beklediğimizi söyle...” dedim. Ben ne yazık ki; bu milleti iyi tanıyorum da millet kendini iyi tanımıyor...

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.